I
Vurdum güneye o zaman
Eski bir su dibi mühendisiyle
Yoklukta olan bir şimdi içinden
Damarlarıma dolan bir şimdi içine
Aktım patlayınca avlular balkonlar açan höyüklerden
Ben. Yüzümde o zambak işareti, eski
Bir benim bir onun bir kimin ikindisi
Vurdum güneye
Üstünü konuşulmamış sözlerle örten.
Bembeyaz alevlerdi kanını yakan bir geminin
Hırslı bir tanrının soluğuyla süslenen
Ve deniz atlarının üstünde
Dizginleri tunçtan gümüşten
Yağmacılardı o gemiye üşüşen
Emiyorlardı armasından sızan son kanı
Öpüyorlardı güvertesinde çırpınan yüreğini
Seviyorlardı şehvetle
Yaldızlar çiviler altınlar
Şaraplar sakızlar amberler saçan bordasını.
Boş durmaz açık deniz, üretir kargaşayı
İlk gelişi gibi yazın
Kanırtır yol kenarlarını, uyarır
Yürekten gözkapaklarına giden ırmağı
Ve değiştirir birden çığlığın anlamını
Geçirir dişlerini kıskaçlarını kumlara
./..
Salar hiç değilse rüzgârını fırtınasını
Evet, der bir balıkçı
Ne saatler işler ne de bir takvim sesi duyulur
Denizle kurulur insan, denizlerden öğrenir yaşını.
Denizle deniz arası ey ıslak vakit
Gördüm içini otlar bürümüş kalenin son kralını
Geçerken mavi gömleğinden, ağzı
Bir ağıttı geçmişe. Anlattı bana
Anlattı Rodoslu bir derebeyinin
Kaç kadının meme uçlarını kesip de bıçakla
Sedef işlemeli bir kutuda sakladığını
Defne yaprakları arasında
Ki zulüm yeşertmemiş ki onun kanını
Sert ve soğuk kanını
Uçsuz bucaksız verimli toprağında
Kıpkızıl bir kayanın hamuruydu şimdi gövdesi
Ve bilir diyordu herkes, bilir Rodos'ta
İnleyen bir kaya olduğunu arasıra
Kuşların konmadığı, yılanların sokulmadığı
Kurtların uzak tuttuğu yavrularını
Bir kaya, tek başına...
Anlattı bütün bunları ayrıntılarıyla, sustu
İnsandan, daha doğrusu bir insan yüreğinden kadehini
Götürdü birden ağzına
Damladı bir damla kan, bu sevgi elçisini
Kutsamak için
Ateşten çarşısına kentin
Bir deniz kırlangıcı kendini yakaraktan geçti.
II
Ne kaldı o yükselişlerden. Kalan ne
Gökyüzü kayalıkları durdurdu beni
Kayalar mıydı, yoksa
Sessizliğimden ve kaburga kemiklerimden
Çatılmış bir gökyüzü müydü, neydi
Sinema biletsiz bir akşamüstü vaktiydim. Ufukta
İşte diye bir şey yok
Yoktu işte diye bir şey ufukta
Bir iki atlı geçmiş, bir cesedin
Neden bir ceset olduğu artık anlaşılmış
Ve sanki bir maç saatinde boşalmış da, şimdi
Tek bir çivinin bile çakılmadığı bu ıssız kasabada
Bir yeryüzü kahvesinin durumsuz garsonuydum.
Ve oydum: kendime alışıktım, uzunca boyluydum
Gözleri vardı onların, ölümle ve yaşamla değişmeyen balık gözleri
İnanılmaz yapardık bir gerçeği, bir şeyi. Kendimize
Efsane idik. Yemek yememiz
Uykudan uyanmamız, bir yerden bir yere gitmemiz
Sigara, gazete, daha bir sürü şeyler satın almamız
Armasına bakmamız su içtiğimiz çeşmenin
Efsane idi.
Ey zencefilin yiğidi
Suyun huysuzu
Alına satıla eskitilen düş
Irmağın toprağı delip çıkışı
Ey bir gül.
Dişin ve damağın bilinçten geri dönen efsanesiydi tepelerde kızaran bitki
Ey kızaran
Ey boşluğun ince diş yeri
Ve kentin efsanesi, kentin
Çok yalınç: bir mavzer, bir susuş, bir sunak taşının tarihsel sesi.
Ve yalanlarımız vardı. Ey yalanlarımızın sarı iskemleleri
Ey sarı
Dünyada bir vakitten düşen ya da artakalan bir vakit olmaz mı ki
Peykelerde ve sedirlerde
Ve dar sokakların erguvan içleminde
Yani bir göklük olan her yerde
Olmaz mı ki
Kapıları açılınca gülümsemeye giden evlerde
Acıdan korkup da çok, gülümsemeye
- Bu nedir
- Bir cep saati
- Bu nedir
- Nar şerbeti
- Ya bu ne
- Büyü
Hayır, hiçbiri değildir
Yalan her tenha kasabanın akşam saatidir.
III
Bir ilişkiydim içkiydim
Masanın eksik olanına
Türkünün bizsiz gelenine
Ayvanın hamına, balığın olmamışına
İlişkiydim içkiydim
O zeytin dalından eşkıya yazmasına
Ah sinema biletsiz çocuk yaşına
Anımsarsınız, bir şiir vardı, çok geç bitecek
Her şeyin her şeyin her şeyin
Ah her şeyin bir bir olmasına.
Ey yitik deniz senin az çok oğlunum
Kazdımsa ben nereni orda mavi bir ceset buldum
Ey yitik deniz, yitikliğin de denizi
Mil mi çektiler suyuna
Erkek suyuna
Bir yandan bir yana geçer şimdi adamlar
İçi boş bir lokanta kalır ortada
Ben ceketimden kayarım
Durur gözbebeklerim kendi ormanında
Ve salar gölgesini, o soğuk gölgesini durmak
Biz böyle sıkıldık, ya onlar nasıl sıkılacak
Ya onlar nasıl
./..
Sensiz bensiz bir sorudur
Temmuzlar kedi yavruları gibi sokulurken ağustosa
Ve ağustoslar eylüle
Bir yol alış duygusudur ki, biliriz
İnsanlar zamanlardan önce boğulur.
Balkonlar açar çocuk yaşında, yalnızlık kurur
Bir iki ölmeyle bir iki yaşamayla ancak kurtulunur.
Ne kaldı o yükselişlerden. Kalan ne
Ey kiremit renkli büyü, güneyin kızgın birimi
Biri öldüyse çok geç
Biri öldüyse çok erken belki
Pırnallar, arı kuşları, ayçiçekleri
Gece
O kadar yalnızım ki birden, gördüm de
Binlerce yıldızıyla bu sonsuz mağaranın içini
Ha yanıp söndü, dedim
Ha yanıp sönmedi bir ateş böceği.
Şiirin Tahlîli
Edip Cansever’in bu şiiri, modern Türk şiirinin en güçlü özelliklerini taşıyan, derin imgelerle örülmüş ve yoğun bir anlam katmanına sahip bir metin. Şiir, bireyin varoluşsal sorgulamalarından başlayarak, tarihsel, mitolojik ve evrensel temalarla genişleyen bir yapıya sahip. Metni bölümlere ayırarak analiz edelim:
Genel Bakış
Şiir, insanın varlık ve yokluk arasındaki deneyimini, zaman ve mekân kavramlarını sorgulayan bir temel üzerine inşa edilmiş. Cansever’in klasik anlatım tarzı olan "kopuk fakat iç içe geçmiş imge ve anlam ilişkileri," bu şiirde de belirgin. Şairin dili, somut ve soyut imgeleri bir araya getirerek okuyucuyu hem zihinsel hem de duygusal bir yolculuğa çıkarıyor.
I. Bölüm: Tarih ve Mitolojiyle Varoluş
Şiirin ilk bölümü, tarihsel ve mitolojik imgelerle dolu. Deniz ve gemi imgeleri, hem bilinçaltını hem de insanlığın tarihsel serüvenini çağrıştırır. Geminin hırslı bir tanrının soluğuyla süslenmesi ve yağmacıların gemiye saldırması, insanlığın hem yaratıcı hem de yıkıcı doğasına işaret eder.
- Zambak işareti: Saflık ve saflığın kaybını temsil ediyor olabilir.
- Rodoslu derebeyi ve kadınların meme uçlarının kesilmesi: İnsanlık tarihindeki vahşetin bir anlatımıdır. Bu imgeler, zulmün insan bedeninde ve ruhunda bıraktığı izleri işler.
- "Bir kaya, tek başına": Hem yalnızlığı hem de dayanıklılığı temsil eder. Ancak bu kaya aynı zamanda geçmişin sessiz bir tanığıdır.
İlk bölümde deniz, hem hayatı hem de kaosu temsil eder. Denizle kurulan ilişki, insanın kendisiyle ve geçmişiyle hesaplaşmasını simgeler.
II. Bölüm: Zaman, Yalan ve İnsan
İkinci bölüm, bireyin kendi varoluşsal sorunlarına ve zaman algısına odaklanır. Gökyüzü, kayalıklar ve kaburga kemiklerinden inşa edilmiş bir sessizlik fikri, insanın kendi iç dünyasını evrenle ilişkilendirme çabasını ifade eder.
- "Sinema biletsiz bir akşamüstü vaktiydim": İnsan hayatının sıradanlığı ve anlamsızlığına yapılan bir gönderme.
- "Bir cesedin neden bir ceset olduğu artık anlaşılmış": Ölümün kaçınılmazlığının anlaşılması, ancak bunun nedeninin sorgulanmaya devam etmesi. Bu, yaşam ve ölüm arasındaki anlam boşluğunu ifade eder.
- "Yalan her tenha kasabanın akşam saatidir": Bu dize, bireyin yaşamının belli dönemlerinde (belki de yalnızlığın ve sorgulamanın yoğun olduğu zamanlarda) gerçeğin bir tür yanılsamaya dönüştüğünü ifade eder. Kasaba ve akşam, bir kapanış, bir huzur anı gibi görünse de bu an, aslında yalan bir huzurun temsilidir.
III. Bölüm: Yitiklik ve Zamanın Döngüsü
Son bölüm, bireyin kayıplarına ve insanlık durumuna daha kişisel bir bakış sunar.
- "Ey yitik deniz, yitikliğin de denizi": Deniz artık bir belirsizlik ve kayboluş metaforu hâline gelir.
- "İnsanlar zamanlardan önce boğulur": Yaşamın yükü, insanın zamanı algılamasından bile önce hissedilir. Bu, varoluşsal bir ağırlığı ifade eder.
- "Bir iki ölmeyle bir iki yaşamayla ancak kurtulunur": Ölüm ve yaşam, insanın ruhsal dönüşümü için birer araçtır. Ancak bu süreç de kurtuluşun kesin bir garantisini vermez.
Son dize, bir belirsizlik ve anlık varoluşsal farkındalığı ifade eder:
- "Ha yanıp söndü, dedim / Ha yanıp sönmedi bir ateş böceği": Bu, yaşamın ve varoluşun gelip geçiciliğini vurgular. Ateş böceği, hem bir umut ışığını hem de bu ışığın sürekli kaybolma ihtimalini temsil eder.
Temalar
Zaman ve Mekân: Şiirde zaman, doğrusal bir süreçten ziyade anların birbirine eklenmesi ve sürekli değişmesi olarak sunulur. Mekân ise kişisel deneyim ve tarihsel geçmişin birleşimidir.
Varoluş ve Yalnızlık: Şair, bireyin yalnızlığını ve bu yalnızlık içinde kendini bulma ya da kaybolma sürecini işler.
Mitoloji ve Tarih: Tarihsel olaylar ve mitolojik imgeler, bireysel yaşamla evrensel temalar arasında bir köprü kurar.
İnsanın Çelişkileri: Sevgi, şiddet, yalan ve gerçeklik gibi insana özgü durumlar şiirin dokusunu oluşturur.
Sonuç
Edip Cansever’in bu şiiri, bireyin kendi iç dünyasıyla dış dünyayı anlamlandırma çabası arasında bir yolculuk sunuyor. Şiirde hem geçmişin yükü hem de bireyin varoluşsal sorunları yer alıyor. Şair, imgeler aracılığıyla okuyucuyu düşünmeye ve kendi varoluşunu sorgulamaya davet ediyor. Bu şiir, anlamın sürekli olarak değiştiği ve yeniden şekillendiği bir labirent gibi; okuyucu her okuduğunda farklı bir anlam katmanıyla karşılaşabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder