I
Bir zamanlar hep fotoğraflar çekerdim
Bütün gün orda burda dolaşıp
Gemi yolcularını, liman meyhanelerini
Çan kulelerini, düğün törenlerini, kız kardeşlerimi
Göğsünde döğmeler olan bir dilenciyi
Güllerden ve deniz kızlarından
Sonra el olan ama parmakları olmayan denizi
Yüz olan gözbebekleri olmayan
Eski fotoğrafçı dükkânlarında çizgili mayo giymiş kadın fotoğraflarını hep yeniden çekerdim
Bir saatçi vardı, adı Saharyan mıydı ne, onu da
İstanbul'u ve bu kentin hiç kimsenin bilmediği armasını
Bir sokak bileyicisini
Ellerinde bukinalarıyla uçuşan melekleri (eski taş binaların üstünde)
Ve balkonda üç güvercinin bir sülünü yiyip bitirişini (yani olağanüstü her belgeyi)
Daha mı neyi
O kadar çok şeyi ki, her neyse
Bir gün bütün bunlar bana ucuz geldi.
Sonra bütün bunlar bana ucuz geldi
Attım fotoğraf makinamı bir yana
Vurdum sokaklara kendimi (ara sokaklara, çıkmaz sokaklara, İstanbul denizinin mavi bir kapı gibi açılıp kapandığı)
Ve dolaştım eski Bizans meyhanelerini bir bir
Ağzımda sönmeyen bir sigarayla.
Nemli, küf kokan sütunların dibinde hemen
Adamlar gördüm, yürekleri gözlerine taşan adamlar
Boşalan oradan da gözyaşı gibi
Tam gözyaşı gibi (öyle diyorum, çünkü yasları eksikti, silinmişti kaygıları da, acıları desen, yoktu ki. Yani bir gözyaşıydı ki, şahinin boşluktan kopardığı elmas, kaskatı, gene bir elmasla kesilebilen ancak)
Ne dualar geçerliydi onlar için, ne de
Dünyayı sanatıyla öğrenen bir gökyüzü işçisinin bilgisi
Hiçbiri
Ve anlattıındı efsanesini onlara
Suya yeni indirilmiş bir teknenin
Nasıl filizlere boğulduğunu. Ve sonra
Dedimdi, kaynağıdır mutluluğun insan da
Kuruyup kalsa da bir ağaç gövdesi gibi
Ve ardımdan kirli bir su birikintisi beni
İzledi durduydu sanki yıllarca.
Ey Galata rıhtımlı sonbahar, ey gök kuyusu!
Ölü bir martıyı tekrarlıyordun boyuna
Ağzında güneşten bir solucanla
Düşürüp yükseltiyordun onu
Sen, dişi kent, sense
Az kalsın dişi bir şiir yazdıracaktın gittikçe azalan yaşıma
Ayaklarımı denize sallandırarak
Gözlerimi bir deniz kuşuna doğru uzattıkça
Tuba ağacından kesilmiş iki dal parçası gibi
Yazdıracaktın nasıl olsa, yazdıracaktın da...
II
Anımsıyorum şimdi, bir Akdeniz seferinde yapayalnız kalmıştım
Yıl bin dokuz yüz elli altı
Aylardan nisandı olsa olsa
Ne param vardı ne satacak bir şeyim
Gerçi gemide yatıp kalkıyordum ama
Takmıştım aklımı bir kere
Tahtadan bir Ren geyiğine
Gene tahtadan bir Truva atına
Bulmuştum kafayı çoktan: "Hey, çocuklar!
Bilen var mı, neresidir Truva?"
Demeye kalmadıydı gül yaprağı kemiren birisi
Taktıydı bir gül yaprağı yakama
Bir başkası kapıya sürüklediydi beni
Ve dediydi, "İşte,
Çenenin şurasında Truva!"
Hani yüzyıl yaşar da insan, nasıl
Unutmazsa taşın üstünde seğirten bir karıncayı
Kayan bir yıldızı göz açıp kapayıncaya
Unutmadım işte bunu da
Kan içinde kaldıydı ağzım burnum
Doğrusu dövülmeyi sevmesem de
Aklımdan bile geçirmezdim dövmeyi
Oysa gemiciler icat etmiş derler keyfine döğüşmeyi
Yalan!
"Sandal ağacı gibi olacaksın
Üzerine inen baltayı kokuna boğacaksın."
Ben böyle öğrendimdi üvey babamdan
Hayal meyal hatırlıyorum gemiye döndüğümü
Rıhtımda bir iki sarhoş tayfa:
"Arkadaş tayfanın sarhoş olmayanı kurumuş dal gibidir
Gece karşına çıktı mı uğursuzluk getirir."
Güç halle kaçtımdı oradan da
Yırtık mavi gömleğimse rüzgârda
Köpürüyordu denizin bir parçası gibi
Ve burnumda o yabanıl kan kokusu
Kan! dedimdi kendi kendime, kan
Ne zaman çıkmaz ki yüze fırsatı yakalayınca.
Zamanlar geçti aradan, yıl bin dokuz yüz kırk iki
İçimi tüketen bir şenlik vardı İskenderiye'de
Kim bilir, bir başka yerde belki de
Gece yarısıydı, ellerim
Çılgınca kanıyordu
On parmağımdan akan kan on ayrı renkte
İçimde yakalanmaktan korkan bir gölge kuşunun nefesi
Tüyleri kahverengi eflâtun
Boyu elli santimden fazla
Çırpınıp duruyordu. Sözlüğe bakmıştım da daha sonra
Yani şenlikten kurtulunca, tükenmekten
Bir gölge kuşu sahiden vardı
Ben ki gerçekle yiter, düşle ayılırdım hep
Bu çelişken yaşamım beni hiç bırakmadı
Sabaha doğru usulca havalandı oradan
Kaybetti sanki kumarda, var mıydı içimizde kumardan anlayan.
Ey Gülistan sokağı, bir tomar gazete unuttuğum ev
Yıl bin dokuz yüz otuz üç
Vurup da kapını çıktım dışarı
Dönüp arkama bakmadım bile
Taşıdım aylarca yalnız
Bağayla kaplanmış bir duvar saatinin tik takını
Öyle ya, bana sorarsanız terketmeli insan yaşamı
Ölümü göze almadan
Ve anlamalı bir ağaç gölgesi gibi durmaktaki sakıncayı
Gitmek
Durmadan gitmek
Ne ölümünü bilsinler ne yaşadığını.
III
Bir gün bir su birikintisinde tanıdım sakallarımı
Gözlerimi, o yaman kuşkuyu daha sonra öğrettiler
Tuba ağacından kesilmiş iki tek dalı
Bilmem ki, tutmadım hiçbir fırtınanın da hesabını
Ne şiir yazdım gittikçe azalan yaşıma
Ne de giz diye sakladım umutsuzluk için yazdıklarımı
Keşfe çıktım doğup büyüdüğüm kenti yeniden
Tırmandım genelevlerle dalanan sokakları
Bozuk plakların, eski püskü eşyaların üstünden atladım
Kâğıt oynadım hiç tanımadığım adamlarla
Zar attım
Ve imrendim o kuleyi yaptıran adamın işaret parmağına
Sinemalara girdim (bir filmin ortasında ya da sonunda)
Oturmadım bile çoğu zaman
Girdim ve çıktım
Doğrusu hiçbir şey anlamadımsa yaşamımı anladım
Öyle hep kesik kesik olan, karışık olan
Ve utandım galiba sabahları demli çaylardan
(Ki mavi bir taş sıkıştırırdım dişlerimin arasına hırsımdan
Denizler, açık denizler
Daha doğmamış olurdu dünyanın sıcak karnından.)
Bir sabah da Bizans paralarına baktım antikacı dükkânlarında
Gözyaşı şişelerine, pesüslere baktım
Tutuldum bir tasvirle kedi gözünden bir heykelciğe
Onca yıl sonra Truva atına tutulduğumdan
Ama hiç mi hiç gereği yokken bakır bir madalya satın aldım
Bilmiyorum ne yaptımdı o madalyayı ben
Ya birine verdimdi ya da bir arsaya fırlattım.
Bir gün de bir cami avlusunda güvercinleri taşladım
Gözleri kör bir kadın mısır satıyordu
Ağlamak istedi ben güvercinleri ürkütünce
O an düşünmedimse de sonradan aklıma takıldı
Gözleri kör bir insan nasıl ağlar diye.
Son olarak üstünde bir taşın
Oturdum saatlerce.
Şiirin Tahlîli
Edip Cansever’in "Şahinin Kopardığı Elmas" şiiri, hem içerik hem de biçim açısından zengin bir metin olup, çok katmanlı bir anlam yapısına sahiptir. Şairin bireysel ve toplumsal deneyimleriyle harmanladığı bu şiir, modern Türk şiirinin özgün örneklerinden biridir. Şiiri üç bölüm hâlinde inceleyerek analiz edelim:
Genel Tema
Şiir, bir arayışın, bireysel bir hesaplaşmanın ve bu hesaplaşma sırasında yaşanan derin içsel değişimlerin bir anlatısıdır. "Şahin" ve "elmas" metaforları, anlamın yoğunluğunu artırırken, bu imgeler üzerinden yaşamın sertliği, acının katılığı ve bu acının ancak yine aynı sertlikle aşılabileceği fikri işlenir. Şiir, hem bir içsel yolculuğun hem de toplumsal ve tarihsel bir panoramanın izlerini taşır.
I. Bölüm Analizi
Bu bölüm, şairin geçmişine ve fotoğraf sanatıyla kurduğu ilişkiye odaklanır. Şair, bir zamanlar çektiği fotoğrafları ve bu süreçte yakaladığı imgeleri sorgular. Ancak bu imgelerin ona bir süre sonra "ucuz" gelmesi, gerçekliğin ve anlamın başka bir yerde aranması gerektiğini düşündürür. Fotoğraf makinesini bırakıp ara sokaklara dalması, bir tür yüzleşme ve anlam arayışını temsil eder.
Mekan ve İnsan İlişkisi:
"Nemli, küf kokan sütunlar" gibi imgeler, geçmişin ağırlığını ve zamanın yıkıcı etkisini simgeler. Buradaki adamlar, "yürekleri gözlerine taşan" insanlardır. Ancak bu gözyaşı, klasik bir yas veya acı ifadesi değildir; aksine, boşluktan koparılmış bir "elmas" gibi kaskatı ve ulaşılması zor bir duyguyu temsil eder.
Duaların Geçersizliği:
Şair, bu insanları tanımlarken ne sanatın bilgisi ne de dinin kutsallığı ile onları anlamanın mümkün olduğunu belirtir. Bu, bireyin varoluşsal bir yalnızlığa mahkumiyetine işaret eder.
Galata Rıhtımı ve Dişi Kent:
İstanbul'un bir "dişi kent" olarak betimlenmesi, şairin şehriyle olan ilişkisini kişiselleştirir. Şehrin ona bir şiir yazdırma potansiyelini ima etmesi, yaratıcı sürecin ve şehrin şair üzerindeki etkisini gösterir.
II. Bölüm Analizi
Bu bölümde şairin Akdeniz'de yaşadığı bir deneyim ve hayatının farklı dönemlerine dair anılar öne çıkar. Bölüm, bireyin varoluşsal sorgulamalarına ve acının, kanın ve kargaşanın insan yaşamındaki kaçınılmazlığına odaklanır.
Truva ve Tahtadan Figürler:
Şairin tahta bir Ren geyiği ve Truva atı takıntısı, geçmişin mitik unsurlarına duyduğu ilginin bir yansımasıdır. Truva’nın fiziksel bir yer değil, bir insanın çenesinde işaret edilmesi, mitlerin bireysel varoluşta somutlaşmasını simgeler.
Kan ve Şiddet:
Şairin dövülmesi ve buna gösterdiği tepkiler, şiddet ve bireysel onur arasındaki ilişkiyi sorgular. "Kan" burada, yaşamın sertliğini ve yüzleşmelerin kaçınılmazlığını simgeler.
Gölge Kuşu:
"Gölge kuşu," şairin içsel korkularını ve varoluşsal sancılarını temsil eder. Bu kuş, hem fiziksel hem de soyut bir varlık olarak, şairin içsel çatışmalarını dışa vurur.
III. Bölüm Analizi
Şairin geçmişine yaptığı geri dönüşlerle başlayan bu bölüm, bireyin içsel hesaplaşmalarını ve anlam arayışını yansıtır.
Sakallar ve Gözler:
Şairin su birikintisinde kendi sakallarını görmesi, kendilik bilincinin bir yansımasıdır. Gözlerindeki "yaman kuşku" ise yaşamına dair sürekli bir sorgulamayı temsil eder.
Antika ve Tasvirler:
Şairin antikacılarda gezip eski Bizans paralarını ve tasvirleri incelemesi, geçmişle kurduğu estetik ve tarihsel ilişkiyi gösterir. Ancak bu objeler üzerinden oluşturduğu bağlantılar bile bir noktada yüzeysellik kazanır.
Güvercinleri Taşlama:
Şairin bir cami avlusunda güvercinleri taşlaması, bilinçli bir eylemden ziyade içsel karmaşanın bir dışavurumudur. Kör bir kadının ağlama isteği, şairin bu eylemin sonuçları üzerine düşünmesine neden olur.
Son Taş Üzerinde Oturuş:
Şairin bir taşın üzerinde oturup saatlerce düşünmesi, bir tür varoluşsal durgunluğu ve hesaplaşmayı ifade eder. Bu eylem, şiirin sonunda bireyin durgunluğa teslim olma ya da bu durgunluğu aşma arzusuyla sonlanır.
Sonuç
"Şahinin Kopardığı Elmas", bireyin yaşam, sanat, tarih ve toplumla olan ilişkisini sorgulayan, yoğun imgelerle bezeli bir şiirdir. Şairin yaşamındaki farklı dönemlere yapılan geri dönüşler, bireyin geçmişle yüzleşmesini ve bu yüzleşmeden doğan anlam arayışını temsil eder. Şiir, aynı zamanda modern bireyin dünyadaki yerini sorgulayan felsefi bir metin olarak da okunabilir. Edip Cansever, karmaşık ve çok katmanlı bir anlatımla, insan yaşamının iniş çıkışlarını ve bu süreçteki duygusal, fiziksel ve zihinsel çalkantıları derin bir estetikle sunmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder